BOŞANMA DAVASINDA KUSUR DURUMUNA GÖRE TAZMİNAT BELİRLENMESİ
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Geçici Madde 3” hükmüne göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı vekilinin duruşma isteminin reddine oy birliği ile karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 20.06.2014 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 31.05.2009 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının bulunduğunu, davalının ısrarı sonucunda müvekkilinin işten ayrıldığını, evliliğin hemen ardından davacının hamile kaldığını, bundan sonra davalının sürekli şekilde alkol alarak eve geç gelmeye başladığını, eşine karşı ilgisiz ve sevgisiz davrandığını, bazı hafta sonları iş bahanesiyle eve gelmediğini, doğumla birlikte eşinden iyice uzaklaştığını, bahaneler bulup kavga çıkardığını, küsüp yatağını ayırdığını, ortak çocuk doğduktan sonra çocuğu istemediğini söylediğini, eşine fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığını, hakaret ve küfür etiğini, sadakatsiz davrandığını, 04.05.2011 tarihinde haklı bir sebep olmaksızın evi terk ettiğini, fiili ayrılık döneminde eşine maddi destek olmaması nedeniyle müvekkilinin davalıya bağımsız tedbir nafakası davası açmak zorunda kaldığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, çocuk yararına 2.500TL tedbir-iştirak, müvekkili yararına 4.000TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 250.000TL maddi, 250.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 11.07.2014 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilinin kusurunun bulunmadığını, davacının temel ve nihai amacının müvekkilinin bu yaşına kadar edindiği mal varlığına el koymak olduğunu, iddia edilenin aksine davacının bizzat kendisinin çalışmamayı tercih ettiğini, evi terk iddiasının da gerçeği yansıtmadığını, … Aile Mahkemesinin 2011/60 D. İş sayılı dosyası ile sabit olduğu üzere davacının evin kilidini değiştirmek suretiyle eşini eve almadığını, önceki evliliğinden olan çocuklarına kötü davrandığını, evdeki huzursuzlukları işyerine taşıdığını, müvekkilinin profesyonel ressam olduğunu, ulusal ve uluslararası sergiler açtığını, davacının özellikle sergi dönemlerinde tamamen hırçınlaşarak eşinin sergi ve sanata ilişkin faaliyetlerini sabote etmeye çalıştığını, davalının evden kovulması nedeniyle aile mahkemesinden delil tespiti istemek zorunda bırakıldığını, ortak konutta emanet olarak bulunan paraların davacı eş tarafından izinsiz şekilde harcandığını, davacı tarafından açılan ve yargılaması yapılan tedbir nafakası davasında davacının kusurlu davranışlarının tespit edildiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. … Aile Mahkemesinin 10.02.2015 tarihli ve 2014/458 E., 2015/98 K. sayılı kararı ile; tarafların 31.05.2009 tarihinde evlendikleri, kadın eşin evde yemek yapmadığı, iş ve arkadaş ortamlarında eşini küçük düşürdüğü, “şerefsiz” şeklinde hakaret ettiği, şirket defterlerini kontrol ettiği, işyerine gelen kadınlardan rahatsız olduğu, davalının önceki evliliğinden olan çocuklarına kötü davrandığı, çocukların işyerine ve eve gelmelerine izin vermediği, davalı ile çocukların görüşmesine ve yakın ilişki kurmasına karşı çıktığı, ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket ettiği, davalıdan kendi üzerine mal yapmasını istediği, bu yönde hakaret ve küfür ettiği, davalının işyerine giderek çalışanlar önünde huzursuzluk çıkardığı, son olarak davalının önceki evliliğinden olan oğlu …’ın intihara kalkışması nedeniyle hastaneye kaldırıldığı gece hastanede oğlunun yanında olan eşini sürekli arayarak eve gelmesi hususunda baskı yaptığı, buna sinirlenen davalının on gün süreyle eve gitmediği, davacı kadının da bu süre içerisinde ortak konutun kilidini değiştirdiği ve taraflar arasındaki fiili ayrılığın böylece başladığı; buna karşılık erkeğin de yaklaşık onuncu günün sonunda ortak konuta gidip kapıyı tekmelediği, evde bulunan parayı istediği, paranın sadece bir kısmının kaldığını söyleyen eşine “ahlaksız, hırsız, paramı çaldın, namussuz, şerefsiz” şeklinde hakaret ettiği, fiili ayrılık döneminde eşi ve çocuğu ile maddi-manevi olarak ilgilenmediği, bunun dışında fiili ayrılıktan önceki dönemde ortak çocuk …’nun doğumunu istemediğini dile getirdiği, eve geç geldiği, çocuğun hastalığı ile ilgilenmediği, eşinin babasının cenazesine katılmadığı, eşi hamileyken “özgürlüğümü kısıtlıyor, onursuz, şerefsiz, ahlaksız, anam mısın, babam mısın” şeklinde sözler söylediği, Mayıs 2011 başında eşine “onursuz, ahlaksız, çete, sende onur olsa bu evde oturmazsın, bu evden çocuğunu al git” diyerek bağırıp çağırdığı, eve bir daha dönmediği dosyadaki kanıtlardan anlaşılmışsa da davacı kadının 22.09.2011 tarihinde gerçekleşen darp olayına kadar geçen sürede “sözle, mesaj yoluyla ve dahi başkalarını araya sokarak” barışma girişiminde bulunduğu, eşiyle yeniden bir araya gelme iradesi gösterdiği, dolayısıyla kadının 22.09.2011 tarihine kadar gerçekleşen olayları hukuken affettiği en azından hoşgörü ile karşılamış sayılacağı, iddia edildiği gibi erkeğin güven sarsıcı davranışının ispatlanamadığı, belirlenen bu vakıalar karşısında kadının erkeğe göre ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, tarafların TMK’nın 166/2. maddesi uyarınca boşanmalarına, boşanmaya sebep olan olaylarda ağır kusurlu bulunan davacının yoksulluk nafakası ve maddi-manevi tazminat taleplerinin reddine, ortak çocuğun velâyetinin anneye verilmesine, çocuk yararına aylık 1.250TL tedbir ve iştirak nafakası ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 28.09.2016 tarihli ve 2016/4948 E., 2016/13216 K. sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının tüm, davacının ise aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Mahkemece; davacı kadının tarafların fiilen ayrılmasından sonra sürekli barışma girişimlerinin olduğu, davalıyla tekrar bir araya gelmek isteğini ortaya koyduğu, telefonda eşine “evine dön, her şeye yeniden başlayalım, olanları unutalım, çocuğumuz var, bu evliliği bitirmek istemiyorum, bu benim ilk evliliğim” diyerek 02/09/2011 tarihinde gerçekleşen fiziksel şiddet olayına kadar davalıdan kaynaklanan tüm kusurlu davranışlarını hukuken affettiği gerekçesiyle boşanmaya sebep olan olaylarda davacı kadının davalı erkeğe nazaran daha ziyade kusurlu olduğu kabul edilerek, davacının maddi ve manevi tazminat (TMK m.174/1-2) ile yoksulluk nafakası (TMK m.175) talepleri reddedilmiştir.
Mahkemece, davacı kadının eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kaldığı 02.09.2011 tarihine kadar, evi terk eden davalı eşinin evine dönmesi yönünde yaptığı girişimler af olarak kabul edilmiş ise de, tarafların fiilen ayrılmalarından sonra davacı kadının evlilik birliğini devam ettirmek adına eşinin ortak konuta dönmesini istemesi ya da üçüncü kişilerden kendilerini barıştırmalarını istemesi; af iradesini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyan başka olgu ve deliller bulunmadıkça, önceki olaylardan dolayı davacı kadının eşini affettiği anlamına gelmez.
Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; mahkemenin de kabulünde olduğu üzere, davalı erkeğin eşine sürekli olarak ağır hakaretler ettiği, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, ortak konutun kapısını tekmelediği, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmediği, “çocuğu alsın bu evden s..ktirip gitsin, boşanma davası açsın, er geç bu evden onu atacağım” diyerek eşinin ortak konuttan gitmesini istediği, buna karşılık davacı kadının da eşine ağır hakaretler ettiği, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istemediği, birlik görevlerini ihmal ettiği, eşini arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürecek davranışlar sergilediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu olaylara göre boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkeğin davacı kadına nazaran ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Davalının kusurlu davranışları kadının kişilik haklarına saldırı teşkil edecek niteliktedir. Hal böyleyken, davacı kadın yararına tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK m.4, TBK 50,51,52,58) dikkate alınarak uygun miktarda maddi ve manevi tazminata (TMK174/1-2) hükmedilmesi gerekirken, davacı kadının eşinin kusurlu davranışlarını affettiği gerekçesiyle yapılan hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak yazılı şekilde bu taleplerin reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
3-Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (TMK md.175) Yukarıda ki bentte açıklandığı üzere, boşanmaya sebep olan olaylarda davacı kadının daha ağır kusurlu olmadığı, her hangi bir geliri ve malvarlığının bulunmadığı, boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği gerçekleşmiştir. O halde, davacı yararına geçimi için uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken isteğin reddi doğru görülmemiştir,,…” gerekçesiyle karar, 2. ve 3. bentte gösterilen sebepler yönünden bozulmuş, diğer yönlerden ise onanmıştır.
Direnme Kararı:
9. … Aile Mahkemesinin 18.01.2018 tarihli ve 2017/915 E., 2018/45 K. sayılı kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; bozma ilamına göre davacı kadının eşine ağır hakaretler ettiği, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istemediği, birlik görevlerini ihmal ettiği, eşine arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürücü davranışlar sergilediği; buna karşılık erkeğin de eşine sürekli ağır hakaretler ettiği, fiziksel şiddet uyguladığı, ortak konutun kapısını tekmelediği, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğuyla ilgilenmediği, “Çocuğu alsın bu evden s…tirip gitsin, boşanma davası açsın, er geç bu evden onu atacağım” diyerek eşinin ortak konuttan gitmesini istediği böyle olunca da boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin ağır kusurlu olduğu sonucuna varılmış ise de Özel Dairenin bu kararına iştirak etmenin mümkün olmadığı, eşlerin kusur derecelerinin yoğunluğu kıyaslandığında olayların tanık ifadelerine göre oluş şekilleri, adetleri, yerleri ve mekânları dikkate alındığında kadının daha fazla kusurlu olduğu, bunun da ötesinde Özel Dairece “af iradesini kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyan başka olgu ve deliller bulunmadıkça, önceki olaylardan dolayı davacı kadının eşini affettiği anlamı taşımayacağının” vurgulanmış olması karşısında, somut olayda; eşine “evine dön, her şeye yeniden başlayalım, olanları unutalım, çocuğumuz var, bu evliliği bitirmek istemiyorum” dediği, bu söylemlerin davacının davalıyı açıkça affettiğini gösterdiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanmaya sebep olan olaylarda davacının mı yoksa davalının mı ağır kusurlu olduğu, buradan varılacak sonuca göre kadın eş yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesinde yer alan maddi-manevi tazminat ile 175. maddesinde yer alan yoksulluk nafakası koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
13. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları;
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.
14. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır. Bu bağlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davası açan davacının, davasının kabul edilerek, boşanma kararı elde edebilmesi için iki koşulun gerçekleştiğini kanıtlamış olması gerekir. Bunlardan ilkinde davacı; kendisinden, evlilik birliğinin devamı için gereken “ortak hayatın sürdürülmesi” olgusunun artık beklenmeyecek derecede birliğin temelinden sarsıldığını, ikinci olarak “temelden sarsılmanın” karşı tarafın kusurlu davranışları sonucu gerçekleştiğini ispatlamak zorundadır.
15. Yargıtay kararlarında boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, fer’îleri ve boşanmanın malî sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarının “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
16. Diğer yandan, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanma kararının kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Boşanmanın eşler bakımından kişisel ve malî olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri de boşanmanın eşlerle ilgili malî sonuçlarındandır.
17. Türk Medeni Kanunu’nun “Maddi ve manevi tazminat” başlıklı 174. maddesinde “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Görülüyor ki hâkim, boşanmaya sebep olan olaylarda kusursuz veya az kusurlu bulunan eş yararına tazminat ödenmesine karar vermek yetkisine sahiptir.
18. Maddi tazminat, kişinin malvarlığında iradesi dışında gerçekleşen azalmanın karşılığını oluşturan giderimdir (Türk Hukuk Lugatı, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 746). Boşanma nedeniyle, mevcut veya beklenen menfaatleri zedelenen, kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun miktarda tazminat talep edebilir. Maddi tazminatın ön koşulu, talep edenin boşanma yüzünden mevcut veya beklenen menfaatlerinin zedelenmesi, boşanma ve maddi zarar arasında nedensellik bağının bulunmasıdır. Başka bir sebepten kaynaklı kayıplar maddi tazminat kapsamında yer alamaz. Mevcut menfaatlerin belirlenmesinde evliliğin taraflara sağladığı yararlar göz önünde bulundurularak tarafın maddi tazminat talebi değerlendirilir. Evliliğin boşanma ile sona ermesi hâlinde taraflar birliğin sağladığı menfaatlerden ileriye dönük olarak faydalanamayacaklardır. Beklenen menfaatler ise evlilik birliği sona ermeseydi kazanılacak olan olası çıkarları ifade eder.
19. Türk Medeni Kanunu’nun 174/2. maddesinde düzenlenen manevi tazminata boşanmaya sebep olan olayın, kişilik haklarına saldırı teşkil etmesi hâlinde hükmedilir (Türk Hukuk Lugatı, Ankara-2021 Baskı, Cilt-I, s. 763). Manevi zarar ise, insan ruhunda kişinin iradesi dışında meydana gelen acı, ızdırap ve elem olarak ifade edilmektedir. Manevi tazminat da, bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kabul edilen bir telafi şeklidir. Hukuka aykırı ve kusurlu bir davranış sonucu hakkı ihlâl edilenin zararının giderilmesi, menfaatinin denkleştirilmesi hukukun temel ilkesidir. Ancak TMK’nın 174/2. maddesi genel tazminat esaslarından ayrılmış, aile hukukunda getirilmiş, kendine özgü bir haksız fiil düzenlemesidir. Eşler arasındaki ilişkinin özelliği itibariyle burada manevi zararı tam olarak belirlemek zordur. Manevi tazminat miktarı, maddi olarak kesin bir miktar değildir. Manevi tazminat talep eden eşin ruhen uğramış olduğu çöküntü ile psikolojik olarak yaşamış olduğu sıkıntılara karşılık olarak onu rahatlatacak olan bir bedeldir. Bu özelliği nedeniyledir ki; yasa, menfaati zedelenen ve kişilik hakları ihlâl edilen eşe “uygun bir tazminat” verileceğini belirtmektedir. O hâlde hâkim; manevi tazminatın miktarını belirlerken, kişilik haklarına yapılan saldırının niteliği ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınarak takdir hakkını kullanmalıdır.
20. Türk Medeni Kanunu’nun “Yoksulluk nafakası” başlıklı 175. maddesi ile “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Maddede geçen “yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.10.1998 tarihli ve 1998/2-656 E., 1998/688 K.; 16.05.2007 tarihli ve 2007/2-275 E., 2007/275 K.; 20.06.2019 tarihli ve 2017/2-2424 E., 2019/751 K. sayılı kararlarında; “yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Başka bir ifadeyle, geçimini kendi malî kaynakları ve çalışma gücüyle sağlama imkânından yoksun olan taraf diğer koşulları da varsa yoksulluk nafakası talep edebilecektir.
21. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için üzerinde durulması gereken diğer olgu “af” hususudur. Af; sözlük anlamı ile bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama olarak tanımlanmış olup, ceza hukukunda yer verildiği gibi özel hukuk bakımından da kanunlarımızda düzenleme yeri bulan, esasen bir haktan vazgeçmeyi içeren bir his açıklaması veya bir davranış şeklidir (HGK’nın 14.03.2019 tarihli ve 2017/2-2067 E. ve 2019/296 K.).
22. Evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle boşanma davasında af niteliğinde davranışlar gerçekleşmişse, artık bu davranışlar boşanma hükmüne esas alınamaz. Boşanma davalarında af olgusunun gerçekleştiğinin kabul edilebilmesi için öncelikle bu yönde bir iddia ve bu iddianın; kayıtsız şartsız bir irade beyanı, eğer yoksa en azından affı gösterir nitelikte tutum ve davranış ile ispatlanmış olması gerekmektedir. Genel bir ifadeyle af niteliğinde sayılabilecek davranışlar; barışmış olmak, af iradesini göstermek, hoşgörü ile karşılamak ve olaylara rağmen birliği sürdürmek şeklinde ifade edilebilir. Eşlerin evlilik birliğini kurtarmak maksadıyla birliğin devamı yönünde iyi niyetli girişim ve barış müzakerelerinin boşanma davalarında af niteliğinde sayılamayacağı kuşkusuzdur. Boşanmaya sebep olan olayların hoşgörü ile karşılanması nedeniyle af gerçekleşmeli ve bunun sonucunda da; tarafların yeniden birlikte olmaları yani ortak hayatın yeniden kurulmuş olması gereklidir.
23. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Mahkeme ile Özel Dairenin de kabulünde olduğu üzere, boşanmaya sebep olan olaylarda, erkeğin; eşine sürekli olarak ağır hakaretler ettiği, eşine fiziksel şiddet uyguladığı, ortak konutun kapısını tekmelediği, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmediği, “çocuğu alsın bu evden s..ktirip gitsin, boşanma davası açsın, er geç bu evden onu atacağım” diyerek eşinin ortak konuttan gitmesini istediği, buna karşılık kadının da; eşine ağır hakaretler ettiği, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istemediği, birlik görevlerini ihmal ettiği, eşini arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürecek davranışlar sergilediği hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık öncelikli olarak; eşler arasında fiili ayrılığın başladığı 14.05.2011 tarihinden, 22.09.2011 tarihinde gerçekleşen darp olayına kadar geçen sürede kadının sözle, mesaj yoluyla ve dahi başkalarını araya sokarak, eşine “evine dön, her şeye yeniden başlayalım, olanları unutalım, çocuğumuz var, bu evliliği bitirmek istemiyorum” şeklindeki beyanlarının “af niteliğinde” sayılıp sayılmayacağı hususudur. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, kadının; 14.05.2011 tarihinde eşinin evi terk etmesi üzerine, evlilik birliğini kurtarmak amacıyla sunmuş olduğu barışma önerisi, ortak hayatın yeniden kurulması için iyi niyetli bir girişim olup, erkek eş tarafından kabul edilmemiştir. Kadın eşin iyi niyetli teklifi sonrasında taraflar arasında barışma gerçekleşerek ortak hayat yeniden kurulmadığı gibi erkek eş tarafından böyle bir iddianın ileri sürülmemiş olduğu gözetildiğinde kadın eşin bu eyleminin “af” olarak nitelendirilmesi somut olayın özelliğine uygun düşmemektedir. Eş anlatımla barışma girişimi kabul ile sonuçlanmadığından, Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere kadının, erkeğin önceki kusurlu davranışlarını affettiğinden söz etme olanağı bulunmamaktadır. Nitekim aynı ilkeler HGK’nın 11.11.2020 tarihli ve 2020/2-244 E., 2020/881 K.; 18.01.2022 tarihli ve 2019/2-92 E., 2022/13 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.
24. Hâl böyle olunca; 31.05.2009 tarihinde evlenen ve ortak bir çocukları olan eşler arasında gerçekleşen evlilik süresince; erkeğin eşine sürekli olarak ağır hakaret etmesi, fiziksel şiddet uygulaması, ortak konutu terk ederek eşi ve çocuğu ile ilgilenmemesi ve yukarıda aynen verilen sözleri söyleyerek, eşinin ortak konuttan gitmesini istemesi karşısında kadının da; eşine ağır hakaret etmesi, eşinin önceki evliliğinden olan çocuklarını görmek istememesi, birlik görevlerini ihmal etmesi eşini arkadaşlarının yanında ve işyerinde küçük düşürecek davranışlar sergilediği anlaşılmakta olup, eşlerin kusurları birbiri ile kıyaslandığında boşanmaya sebep olan olaylarda erkek eşin ağır kusurlu olduğunun kabulü ile kadın eş yararına TMK’nın 174. maddesinde yer alan maddi-manevi tazminat ile 175. maddesinde yer alan yoksulluk nafakası şartları oluşmuştur.
25. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
26. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.10.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.